"Yaşlılardan Bahsederken Herkes Dikkatli Davranmalı"

“Yaşlılardan Bahsederken Herkes Dikkatli Davranmalı”

  •  
  •  
  •  
  •  
  •   
  •  
  •  

65+ Yaşlı Hakları Derneği olarak, Posta gazetesinde Dr. Ender Saraç’la yapılan ve birinci sayfadan “Kendine iyi bakmayanların çoğu huzurevinde defolu mal olarak ölecek” başlığıyla duyurulan röportajı üzülerek okumuş ve cevaben bu yazı le ilgili sitemizde bir yazı yayınlamıştık.

65+ Yaşlı Hakları Derneği: “Yaşlılardan bahsederken herkes dikkatli konuşmalı!”

Posta Gazetesi sonrasında Derneğimiz Başkanı Dr. Gülüstü Salur ile bu konuda yaptıkları bir ropörtajı 2 Eylül 2018 tarihli gazete eki Pazar Postası’nda yayınladı.

https://www.posta.com.tr/amp/65-yasli-haklari-dernegi-baskani-dr-gulustu-salur-kaptanoglu-yasliligi-dogru-tanimlarsaniz-ondan-korkmazsiniz-2043701

Ropörtajın Posta Gazetesi’nde yayınlanmayan kısımları da dahil tam metnini aşağıda bulabilirsiniz:

65+ Yaşlı Hakları Derneği diyor ki; ‘yaşlılardan bahsederken herkes dikkatli davranmalı’ …Bunu açar mısınız?

Geçen hafta yaptığınız bir röportajda yaşlılardan söz ederken kullanılan dile istinaden derneğimiz bir basın açıklaması yaptı. Açıklamanın başlığı da yaşlılık konularından bahsederken özenli, saygılı olunması gerektiğini ifade ediyor. Sadece yaşlılıkla ilgili konularda değil insana dair her konudan söz ederken çok özenli olma sorumluluğu taşıyoruz. Mesele sadece yaşlılarımız, büyüklerimiz saygımızı hakeden başımızın tacı insanlardır, böyle konuşulması onları incitir meselesi değil. Dilin saygılı olmasının kavramsal bir karşılığı var. Saygı yoksunu söylemleri normalleştirmek, özensiz ifadeleri günlük hayatımızın bir parçası yapmak, öfkenin, kabalığın kendine sevgiden, saygıdan çok yer açması ile sonuçlanıyor. Yaşlılığı acz, hastalık, ölüm fikri ile yakın tutmak kolay geliyor. Bu bakış zaten kendine özgü kırılganlıkları, güçlükleriyle yaşlılığı daha zor taşınır hale getiriyor.

Yaşlılık size göre nedir ya da yaşlı kimlere denir?

65 yaş ve üstündeki kişilere yaşlı demeye resmen hakkımız var. Bu yaşı erken bulanlara şunu ekleyeyim Dünya sağlık örgütünün koyduğu 65 yaş sınırının gelişmekte olan ülkeler için yüksek olduğu 60 yaşa indirilmesi gerektiği tartışmaları da yapıldı. Zaman zaman basına da yansıyan 65 yeni orta yaş ifadesi gerçeği yansıtmıyor. Ama 65 yaşı orta yaş gibi yaşamak mümkün mü derseniz mümkün elbette. Yaşlanmanın takvimsel boyutunun ötesinde, bedensel, ruhsal ve toplumsal yönlerinin ayrışabildiğini görüyoruz. Takvim ne derse desin ruh ve beden sağlığı dengede ve sosyal yaşamın içindeki yerini koruyarak, üretmeye devam ederek yaşlanabilen kişilere biz yaşsız demeyi tercih ediyoruz. Yaşsız olmanın mümkün olduğunu da ne kadar vurgulasak az. Ruh ve beden sağlığı dengede dedim çünkü bazen genetik mirasımızdan, bazen de yaşın getirdiği diğer etkilerden dolayı sağlık sorunlarıyla birlikte yaşlanabiliyoruz. Ruhsal ve bedensel durumumuzu tanıyarak yaşadığımız, takipse takip, ilaçsa ilaç, diyetse diyet sağlığımızı korumak için gerekeni yaptığımız, aktif olduğumuz zaman, yaşam da yaşlılık da korkulacak birşey olmaktan çıkıyor.

Ülkemizde yaşlılık yaşı nedir? Yaşlı diye mi hitap edilmeli ya da daha doğrusu nedir?

Ülkemizde de yaşlılık yaşı 65. Biz 65-75 penceresini genç yaşlılık, 75-85 penceresini orta yaşlılık, 85 üstünü de yaşlılık diye tanımlamayı seviyoruz. Yaşlı sözcüğünden kaçmayalım, çocuk çocuk, kadın kadın, yaşlı yaşlı. Söze estetik yapmaya gerek yok. Yaşlılığı arkalara saklamadan taşıyabilmemiz gerek. Yaşlıyım ama… demeden, “yaşlıyım ve yaşıyorum” diyecek, “yaşlıyım ve üretiyorum”, “yaşlıyım ve öğreniyorum”, “yaşlıyım ve hayatın içindeyim”… yaşlıyım ve mutluyum diyecek yaşlılar olmak gerek. Yaşlanabilmek uzun ömürlü olmak demek. Toplumsal olarak da yaşlanabilmek gelişmiş bir toplum olmak demek. Yaşlılığın sorunlarını öne çıkarıp, bazen bu sorunlara rağmen yaşamın, yaşlanabilmenin güzel olduğunu göz ardı ediyoruz. Yaşlıları hayatın içine çekmek, görünür kılmak, onlara kulak vermek bunun mümkün olduğunu gösterecek. Sorunlar yok mu yaşlılığa dair var elbette, onlara da hep birlikte çözümler üreteceğiz.

65+ Yaşlı Hakları Derneği neden kuruldu, işlevi nedir… Neler yapar? Neyi savunur?

“Yaşlıyım ve mutluyum” diyecek insanların sayısını artırmak ve yaşlılığa dair sorunlara kalıcı çözümler üretmek, sürdürülebilir modeller geliştirmek için kuruldu derneğimiz.

Birinci basamakta yaşlılıkla ilgili bir algı düzeltmesi gerekiyordu oradan başladık. Derneğin adını koyarken bize yaşlı sözcüğü içermeyen isimler önerildi hep. Yaşlılık sıfatını en çaresiz, en hasta, en yoksuna saklayıp sonra da doğru bir yaşlılık algısı, politikası oluşturmak nasıl mümkün olacaktı ki. Bu nedenle dinleyici bulduğumuz her yerde yaşlılığı, yaşlı haklarını savunuyoruz. Çok inanarak yazdığımız ve yaptıklarımızı, yapacaklarımızı özetleyen bir manifestomuz var (aşağıda). Bunun arkasını doldurmak için canla başla çalışan bir de ekibimiz.

Yaşama dair herşey yaşlılığa da dair. Yaşlılık konuları sadece sağlıkla ilgili değil mesela, bu nedenle sadece hekimlerden oluşmuyor derneğimiz, dengeli bir kurucu, üye ve gönüllü dağılımımız var.

Dernek olarak bir sürü sorunun başı olarak gördüğümüz yaşlı yalnızlığı ile mücadele önemli bir hedefimiz. Bunun için yerinde yaşlanmayı ve kuşaklarası dayanışmayı savunuyoruz.

Yaş tek başına emeklilik gerekçesi olamaz, her yaşta üretkinliğin devamını savunuyoruz.

Teknolojiden bağımsız bir yaşam artık hiçbirimiz için mümkün değil, teknolojinin yaşlıları da kapsamasını sağlayacak teknolojik okur yazarlık eğitimleri veriyoruz 50 yaşını geçmiş kişilere.

Yaşlı hukuku konusunda günlük hayatta zorlandığımız konuları belirleyip bunlarda nasıl iyileştirme yapılır konusunda çalışıyoruz.

Her yaşta eğitimi, sanatsal faaliyetleri, egzersizi mümkün kılacak faaliyetlere öncülük yapıyor destek veriyoruz. En çok yerel yönetimlerle bu konularda işbirliği yapıyoruz.

Sağlık konusu tek başına bütün enerjimizi bitirebilir aman dikkat edelim diğer projeler geri kalmasın desek de, özellikle evde bakım konusunda büyük eksiklerimiz, zorluklarımız var. Bu konuda bir model geliştirme çalışmalarımız yoğun bir şekilde devam ediyor. Bütün bu konularda eğitici videolar hazırladık, hazırlamaya devam ediyoruz ve gönüllü eğiticilerimizle birlikte çalışıyoruz.

Yaşlılık uzun ve hazır yiyerek geçirilemeyecek, başta sağlık ve bakım giderleri olmak üzere masrafların da arttığı bir yaşam dönemi. Yaşlılıkta gelir kaybı, yoksullaşma yanında bir de finansal suistimale uğrama riski var. Derneğimiz finansal suistimalleri önleme konusunda eğitim programları hazırlıyor, ayrıca bankalar düzeyinde yaşlı dostu hizmetler oluşturmak ve tedbir almak için de bazı hazırlıklarımız var.
Derneğimizin odağında, yaşlılar, yaşlanacaklar, yaşlılarla çalışanlar var. Türkiye’de yaşlılığın yüzünü değiştirmek gibi iddialı bir hedefimiz var.

65+ Yaşlı Hakları Derneği olarak,
HERKESİN
• Sağlıklı, aktif ve hayatın içinde;
• Öğrenmeye ve üretmeye devam ederek;
• Diğer kuşaklarla elele;
• Yalnızlaşmadan, yoksullaşmadan ve
yoksunlaşmadan;
• Ayrımcılığa ve suistimale uğramadan;
• Bedensel ve zihinsel değişime cevap verecek
tıbbi, sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuki
ihtiyaçları karşılanarak;
• Yaşam tercihlerine saygı duyularak;
• Onurlu bir şekilde
Yaşlanmaya hakkı olduğunu savunuyoruz.

Birçok bilim insanı ve 72 yaşındaki Ertuğrul Özkök’ün başı çektiği bazı yazarlar 65 yaşın artık orta yaş olduğunu savunuyor. Siz ne düşünüyorsunuz? 65 yaşında bir kişi bugunku koşullarda yaşlı sayılabilir mi?

Buna sanırım yukarda cevap verdim. Evet yaşlılığı bizim gibi tanımlarsanız ve bundan korkmazsanız 65 yaşında bir kişi yaşlı sayılır… Ama yaşlı ve mutlu reklam filmlerinde oynayabilir:-)

En önemli sorun “yaşlı yalnızlaşması” diyorsunuz… Bunu biraz açar mısınız?

Küçülen aile yaşlılarımızı ve pek farkında olmadığımız bir şekilde aslında çocuklarımızı da yalnız bıraktı. Geçmişte daha yaygın bir şekilde kuşakların aynı çatı altında olmasa bile yakın etkileşim içinde yaşayabildiği durumlarda 3 bazen 4 kuşak bu yakınlıktan çok istifade edebiliyordu. Günümüzde bir zaman fakirliğinin gölgesinde yaşıyoruz, kimsenin birbirine, birbirinin derdine ayırcak zamanı yok gibi sanki. Büyük şehirlere göç ile köy ve kasabaların yaşlı nüfusu arttı ve kırsalda yaşlılar yalnız kalmaya başladı. Büyük şehirlerde işin gücün ve çocuklarının peşinde orta yaş grubu, yaşlılara ancak bir sağlık sorunu olunca o da mecburiyetten zaman ayırır hale geldi.

Tabi burada yaşlı yalnızlaşmasının sorumlusu genç kuşaklar gibi anlaşılmasın. Yaşlanırken benim tercihlerim, özgürlüğüm, düzenim, alışkanlıklarım diyerek yalnızlığı seçenler var. Bu alışkanlıkla bazı yaşlılar artık yalnız olmaları mümkün olmasa da çocuklarıyla veya bir yardımcıyla ya da başka yaşlılarla birlikte yaşamayı reddedip yaşamı zorlaştırıyorlar kendileri için.

Burada yaşlı yalnızlığına itirazımızın önemli nedenleri var. Öncelikle yaşlıların yaşam tercihlerine saygılı olmamız, onların gerekçelerini duymamız ve desteklememiz gerekiyor. Ancak bazı bedensel, ruhsal ve zihinsel değişimleri yaşlı yalnız yaşıyorsa farketmek zorlaşıyor. Bu güçlükler hem yalnızlıkta daha artıyor, hem de belki erken tespit edilse çözülebilecek bazı sorunlar çözülemez hale gelebiliyor. Ruhsal olarak sosyal hayatın içinde olan, diğer insanlarla etkileşen yaşlılar daha sağlıklı ve mutlular. Bilişsel kapasite, yani akıl fikir de başka insanlarla etkileşim olursa daha çok korunuyor. Yalnızlık demans hastalıklarını davet eden en büyük faktör. Yalnız yaşayan bir yaşlı beslenmesine özen göstermeyebiliyor, yemek yapmaya arzusu da, enerjisi de kalmayabiliyor. Kolaylıkla tek tip beslenmeye başlıyor yalnız yaşayanlar. Hareket ihtimali de, isteği de azalabiliyor. Sosyalleşmek, insana hikayesini anlatma, başka hikayeleri dinleme fırsatı veriyor.

Nasıl güzel bir yaşlılığımız olur sorusunun tek bir cevabı varsa “yalnız kalmayarak” olur benim için. Aile, dostlar, toplum bizi dengede tutuyor.

Özellikle Batı’da, sosyal olarak hareketli New York, Paris gibi şehirlerde çok yaşlı insanlar sürekli sokakta, hayatın içindedir. Cafelerde, gece, kültürel etkinliklerde hep varlardır. Türkiye’de ise yaşlılar daha çekingen ve ev odaklı yaşarlar. Bu değiştirmek nasıl mümkün? Neler yapılmalı?

Gelişmiş ülkelerde kültürel ve ekonomik olanakların sağladığı bir lüks var, hayatın içinde olmak yaşlı için de, engelli için de hayal değil. Yaşlı’nın ne işi var demeyeceğimiz yaşsız mekanlar, etkinlikler düşünmemiz gerekiyor. Gene mümkünleri bilmemiz ve hedeflememiz gerekiyor. Yaşlılar çekingen ve ev odaklı yaşıyora tam katılamıyorum. Yaşlılar hayatın içinde olmak istiyor ama zorluklarla karşılaşıyorlar. Son zamanlarda üstünde çalıştığımız önemli bir konuya dikkatinizi çekeyim isterim. Toplu taşımadan yaşlılar biliyorsunuz ücretsiz yararlanabiliyorlar. Gençler arasında buna bir tepki olduğunu biliyoruz. Hatta bu hakkın yaşlıların elinden alınması için girişimlerde bulunanlar oldu. Bu konuda şimdi İsveç’te “başarılı yaşlanma” konusunda doktoraya uğurladığımız gönüllü bir dernek çalışanımız Merve Tuncer bir çalışma yaptı. Videoya kaydettiği röportajlarda sadece yaşlıların beklediği duraklarda bazı otobüslerin durmadan geçmesi gibi ağır haksızlıklar anlatılıyor. Bu da bir taciz çeşidi. Önemli olan kadını, yaşlıyı, engelliyi hayatın dışına iten bu tavırlara karşı seslerin de yükselmesi. Bir yandan da iyi örneklerin medyada yer bulması çok yararlı olacak. Yerel yönetimlere yaşlıları evlerinin dışına çıkarıp hayatın içine çekmekte önemli bir rol düşüyor. Bazı belediyelerimiz yaşlı yaşam merkezleri açarak bunu başlattılar. Buralarda yapılan etkinliklere biz de dernek olarak katılıyor, destek veriyoruz. Yaşlıların daha fazla hadi demesini, bunu da istiyoruz demesini bekliyoruz.

Toplumun yaşa ve yaşlıya bakışı nasıl sizce?

Değişken. Bir yanda geleneksel olarak başımızın üstünde yerleri var, saygılıyız büyüklerimiz onlar… öte yanda hepimiz çok yoğunuz, çok sorumluluğumuz var, hayat da zor zaten, aman sağlıklı olsunlar, iyi olsunlar da bizden fazla birşey istemesinler noktasında duruyor ortalama insanımız. Toplum olarak zor dönemlerden geçtik, geçiyoruz insanların sabrı çok az. Kendi ihtiyaçlarımızı arkaya itip başkalarının ihtiyaçlarına kulak verecek gücü her zaman bulamayabiliyoruz. Çok yücelttiğimiz çocuklarımıza sabrımız kalmıyor değil mi? Sıralamada yaşlılar zaten çocuklarımızdan sonra gelmiyor muydu? Bir büyüğüm demişti pederşahi aileden veledşahi aileye geçtik diye.
Yaşçılık diye bir kavram var. Yaşı nedeniyle insanların ayrımcılığa uğraması. Tabi bu sadece yaşlılara yönelik değil, sen çok gençsin anlamazsın, kıdemin yetmez de bir yaşçılık çeşidi. Yaş haddinden emeklilik kavramı tam bir yaşçılık örneği. Artık bize benzer derneklerin de çalışmalarıyla batı toplumlarında yaş haddinden emeklilik rafa kalkmaya başladı bile. Mesela bir üniversite hocasının çok verimli olmaya devam edeceği 70’li yaşlarda devlet üniversitelerinde çalışması mümkün değilken, özel üniversitelerde bu mümkün. Burada hassas bir denge var, yaşlıların köşe tutan, gençlere yer açmayan kişiler olarak hayatın içinde kalması değil hedefimiz. Her yaş döneminin kendine özgü üretkenlik biçimleri olabileceğinin kabulü ile yola çıkarsak seçenekler artacaktır.

Gençler yaşlılardan neler öğrenmeli?

Galiba öğrenmenin yaşam boyu olduğunu öğrenmeliyiz yaşlılardan. Ağırlıklı olarak yaşlılarla, hatta demansı olan, zihinsel kayıp yaşayan yaşlılarla çalışan bir hekim olarak hastalarımdan, yakınlarından bunu görüyorum. Konu sadece bilgi ve deneyim aktarımı değil, yaşamın manasını, bütünlüğünü kavramak için yaşlıların öykülerini dinlemek büyük bir fırsat. Yaşlıların bilgeliği hayatın küçük problemlerinden büyük meselerine kadar bütüncül bakabilme becerileri etkileyici. Yaşam evrelerinden, o hep bahsedilen mevsimlerden bağımsız bir kimliğimiz var, karakterlerimizle yaşıyor ve yaşlanıyoruz. Nasıl çocuk büyütürken, bir çocuğun olgunlaşma aşamalarını izlerken yaşamı daha iyi kavradığımızı hissediyorsak, yaşlanma sürecine tanıklık, yol arkadaşlığı insanın varlığının anlamını, yokluğun sınırında bile varlığın gücünü hissettiriyor. Nasıl çocuk büyüten ebeveynler çocuklara söyledikleriyle değil yaptıklarıyla örnek oluyorsa, yaşlılar da aktif bir öğretmeden de fazlasıyla öyküleri ile, dayanıklılıklarını en güzel kanıtı olan yaşlanabilmiş olmanın o dimdik duruşu ile öğretiyorlar bize bu yaşamın emek vermeye değer olduğunu.

Yaşlılar yeni dünyadan neler öğrenmeli? Kendilerini bugüne entegre etmek için neler yapmalı?

Teknoloji teknoloji teknoloji diyeceğim. Ama ondan önce birkaç nokta var. Beklenen ömür uzadı, yaşlılık artık planlama yapılması gereken, hazırlık gerektiren bir yaşam dönemi. Bu hazırlığı yaparken faydalanabilecekleri birçok gereç ve hizmet olacak. Alıştıkları, gördükleri gibi olmayan birçok yeniliğe adapte olarak yaşamak yaşlanmak gerekiyor artık insanlar için. Değişime, yeniliğe açık olmak en önemli beceri olmaya devam edecek. Yaşlılığın da kendi içinde dönemleri var. Her dönemin gereksinimleri aynı olmayabilir. Yaşadıkları evi değiştirmek gerekebilir, merdivenli bir evden asansörlü veya düzayak bir eve geçmeleri gerekebilir mesela. Yalnız yaşamak yerine biriyle yaşamaya başlamak gerekebilir, bazı durumlarda bir bakım merkezinde yaşamak da gerekebilir. Yaşlılığı zor kılan durumlardan biri yeniliğe alışmada, kabullenmede zorluk olması. İşitme güçlüğü olan bir yaşlı işitme cihazı kullanmaya direnç gösterebiliyor. Bastonla düşme riski azabileceği halde baston kullanmaya direnç gösterebiliyor. Ev değiştirmeye direnç gösterip senelerce merdiven inip çıkma güçlüğü yüzünden eve kapanan yaşlılar görebiliyoruz. Yani akıllı telefon falan da öğrenmek lazım ama en acil ve önemli gereklilik değişime uyum sağlamaya açık olmak.
Teknolojik farkındalık sadece teknolojinin nimetlerinden faydalanmak ve birçok hizmeti bu yolla almak için değil, teknolojiden habersiz olmanın mağduru olmamak için de çok gerekli. Yakında birçok sağlık hizmetine, güvenliğe, finansal hizmetlere ulaşmanın tek kolay yolu teknoloji olacak. Teknolojik okur yazarlığı olmayanlar bu hizmetler için aracı kişilere bağımlı hale gelirlerse, bunun onlar için zahmeti, maliyeti artacak ve onları suistimallere açık bırakacaktır. Bu hizmetlerden yararlanacak kadar teknoloji bilmek ve suistimale uğramayacak kadar teknolojik güvenlikten haberdar olmak her yaştaki insan için artan bir öneme sahip olacak. Bu nedenle derneğimiz teknoloji eğitimlerine öncelik vermekte.

Dernek olarak insanların evinde, ailesiyle, mahallesinde yaşlanmasını savunuyorsunuz. Tabii bir de huzurevleri meselesi var buna nasıl bakıyorsunuz? Türkiye’de huzurevlerinin durumu nedir?

Evet yerinde yaşlanmaya öncelik veriyoruz. Yerinde yaşlanma mutlaka hep yaşadığı evde anlamını taşımıyor, alıştığı mahalle, alıştığı standart, tanığıdı güvendiği muhit ve insanlarla yaşlanmak anlamını taşıyor. Gene kuşakların bir arada yaşadığı, etkileşmeye devam ettiği bir ortam anlamını taşıyor. Küçülen aileler, eş kaybı, bazen çocuk kaybı, aile içi geçimsizlikler, sağlık sorunları gibi çok değişik faktörler kendi evinde alışılan bağımsız yaşamı artık mümkün kılmadığında alternatif yaşam biçimleri düşünmek gerekiyor. Genellikle aileden biri ile yaşamayan, ya da onlardan bakım desteği almayan yaşlılar öncelikli olarak sürdürebildikleri kadar yalnız yaşamayı deniyorlar. Bu mümkün olmadığında mevcut düzende iki seçenek kalıyor, ya evde profesyonel bir yardımcı ile yaşamak ya da bir huzurevine ya da sağlık sorunları varsa bakım evine yerleşmek. Bu konularda büyük ön yargılar var. Öncelikle bakıcı, yardımcı konusu. Yaşlı birinin yeni yabancı bir yardımcı ile yaşamaya büyük direnci olabiliyor. Bakıcı sistemi gene de, bu maaşları ödeyebilen ailelerin önemli bir ihtiyacını karşılıyor. Evde profesyonel bakımı sürdürmenin mali yükü dışında planlama güçlükleri de var. Bazı yaşlılar ve aileler huzurevlerini tercih edebiliyorlar. Evet huzurevlerinin bir kısmı gidip gezince kolaylıkla ben ömrümün kalanını burada huzur içinde geçiririm diyebileceğimiz yerler olmayabilir. Bir kısım huzurevi ise emekle ve özenle hazırlanmış mekanlar. Bizim görebildiğimiz en büyük sorun mevcut huzurevlerinde de, evde bakımda da yeterli yetişmiş yaşlı bakım uzmanı olmaması. Yaşlı bakımı hem önemli özelleşme, hem de sabır isteyen çok emek yoğun bir iş. 7/24 aynı standartta devam etmesi gereken bir hizmet ve tükenmişliğin çok yaşandığı bir iş kolundan bahsediyoruz.

Yaşlı yaşam biçimlerinin hep yaşadığı ev – huzurevi ayrımı dışında da seçenekleri var dünyada. Batı ülkelerinde uzun yıllardır yaşlı köyleri benzeri modellerin olduğunu biliyoruz. Ancak buradan bir geri adım atma var. Bizim sosyal yapımıza da uygun olacak modeller yaşlıların bir araya toplanıp diğer kuşaklardan koptuğu modeller değil mahallelerin içinde olmaya devam ettikleri modeller olacak. Şimdi batıda da başlayan birlikte yaşama modellerinde, yaşlılar kendi dairelerinde ama bazı hizmetleri kolay alabildikleri gruplar halinde yaşıyorlar. Bunun güzel tarafı bağımsızlığın, mahremiyetin korunması ama yoruldukları, zorlandıkları yerde destek almaları. Dernek olarak da böyle bir model üzerinde çalışmalar yapıyoruz.
Huzurevi sağlıklı yaşlıların birlike yaşadığı bir model, ona da ihtiyaç devam edecektir elbette ama asıl standartını çok iyi belirlememiz, geliştirmemiz gereken yerler hasta yaşlıların, özellikle demans ve benzeri hastalıklar nedeniyle üst seviyede bakım ihtiyacı olan yaşlıların bakılacağı bakım evleridir. Çünkü huzurevi bir tercih iken, 24 saat bakım ihtiyacı senelerce artarak devam eden hasta yaşlılara her zaman evde bakmak mümkün olmayacaktır ve bakımevi zorunluluk haline gelmektedir. Bakım vermeye istekli bir aile olsa bile, tıbbi ve maddi imkanlar evde zorlayıcı olmaktadır. Artan yaşlı nüfusu bekleyen en büyük tehlike bağımlı yaşlı oranının, yani bakım ihtiyacının artmasıdır. Şu anda devlet ve üniversite hastanelerimizde palyatif bakım bölümleri açılmaya başlanmıştır. Bu çok büyük bir ihtiyacı karşılayacak, yaygınlaşması gereken önemli bir toplum sağlığı hizmetidir. Palyatif bakım ve yaşam sonu bakım üniteleri, yaşamın son evrelerine gelmiş, temel bakım desteği, ağrı kesici tedavi, beslenme desteği gereken hastalara ve bu evrede yalnız bırakılmamaları gereken hasta yakınlarına verilen çok değerli bir hizmettir.

Yaşlanma korkusu hangi yaşlarda başlar? Bu yaşlanma korkusu hangi yaşlarda başlar, bazılarında depresyon sebebi olduğu bile söylenir yaş ilerlemesinin. Bunun önüne geçmek için ne yapılmalı?

Kişiye göre değişen bir cevabı var bu sorunun. Genelde kadınlarda menapoz, erkeklerde andropoz diye adlandırılan hormonal değişimlerin yoğun olduğu dönemlerde başlıyor yaşlılıkla yüzleşme. Yaşlanma korkusu bir çeşit kaybetme korkusu, sağlığını, gücünü, işini, mevkini, sevdiklerini ve en sonunda yaşamını kaybetme korkusu. Ölümlüğü ile yüzleşmesi insanın en büyük sınavı sanırım bu yaşamda. Yaşam döngüsünü bütün parçalarıyla kabullenmek, mümkün olursa tabi, yaşlanmayı ve ölümlülüğümüzü de kabullenmeyi gerektiyor. Yoksa yaşlanma korkusu dediğimiz şey yüzümüzde ki 3-5 kırışıklık, ağaran saçlar, sakallar, yorulan bedenlerden kaynaklanıyor olmasa gerek. Tabi yaşlanma korkusunun tuzu biberi yaşlılıkla ilgili ön yargılarımız, daha önce dediğim gibi acz ile hastalık ile özleştirmemiz yaşlılığı, elden ayaktan düşme korkumuz. Ben olmak için uğraşıp didinip, o beni kaybetme ihtimaline rağmen dört elle yaşama sarılmak, uzun ömürlü olmaya çalışmak da başarımız. Yaşama sarılmak için amacı olmak, çalışmak, maneviyat, sosyal ilişkiler çok önemli. Yaşlılık depresyonu diye bir kavram var evet. Bu yaşlanan beynin bir hastalığı mı, yoksa kayıplara verdiğimiz ruhsal bir cevap mı, ya da ikisi birden diyebilir miyiz? Yukarıda saydığım çıpaların depresyonun akıntılarına kapılmaktan bizi koruyacağı muhakkak.


  •  
  •  
  •  
  •  
  •   
  •  
  •  

Yorum Yapın