
Ursula K. Le Guin, bilim kurgu ve fantastik eserlerinin yanı sıra yaşam ve insan deneyimi üzerine düşündüren denemeleriyle de öne çıkan bir yazar. “The Diminished Thing” (Azalan Şey) başlıklı bu deneme, yazarın emeklilik sonrası blog yazılarının derlendiği No Time to Spare: Thinking About What Matters (2017) kitabında yer alıyor. Le Guin, yaşlanmanın getirdiği fiziksel ve toplumsal değişimleri mizahi bir dille ele alırken, gençlerin ve yaşlıların yaşlılık konusundaki farklı bakış açılarını da inceliyor.
Aşağıda denemenin Türkçe çevirisini bulabilirsiniz, keyifli okumalar 🙂
Azalan Şey
Mayıs, 2013
Yaşlılık hakkında fazla bilgi edinmek istememek—dikkat, “daha yaşlı” demiyorum, yaşlılıktan bahsediyorum: yetmişlerin sonu, seksenler ve sonrası—muhtemelen insanın hayatta kalma içgüdüsüyle ilgilidir. Önceden bilmenin ne faydası var ki? Oraya vardığınızda zaten yeterince öğreneceksiniz.
İnsanların o yaşa geldiğinde sıkça fark ettiği şeylerden biri, gençlerin bu konuyu duymak istememesi. Bu yüzden, yaşlılık üzerine dürüst konuşmalar genellikle yalnızca yaşlılar arasında gerçekleşir.
Gençler yaşlılara yaşlılığın ne olduğunu anlatmaya kalktığında, yaşlılar aynı fikirde olmayabilir; ama nadiren tartışmaya girerler.
Ben biraz tartışmak istiyorum.
Robert Frost’un “The Oven Bird” şiirinde sorduğu önemli bir soru vardır: “Azalan bir şeyden ne anlam çıkarabiliriz?”
Amerikalılar pozitif düşünceye derin bir inanç beslerler. Pozitif düşünce harikadır; ancak en iyi sonucu, gerçekçi bir değerlendirme ve mevcut durumun kabulü üzerine kurulduğunda verir. İnkar üzerine kurulu pozitif düşünce ise her zaman bu kadar etkili olmayabilir.
Yaşlanan herkes, sürekli değişen fakat nadiren iyileşen durumunu değerlendirmek ve elinden gelenin en iyisini yapmak zorundadır. Bence çoğu yaşlı, yaşlı olduğunu kabul eder—80 yaşını geçmiş birinin “Ben yaşlı değilim” dediğini hiç duymadım. Ve bunu en iyi şekilde kullanırlar. Dedikleri gibi, alternatifini düşünün!
Yaşlılığın gerçekliğini tamamen olumsuz gören birçok genç, yaşlılığı kabul etmeyi de olumsuz görür. Yaşlılarla olumlu bir niyetle ilgilenmek isteyen bu gençler ise, onları olduğundan farklı göstermeye, yani gerçekliklerini inkar etmeye yönelirler.
İnsanlar iyi niyetle bana: “Ah, sen yaşlı değilsin!” derler.
Ve Papa da Katolik değil.
“Sen sadece sandığın kadar yaşlısın!”
Şimdi, 83 yıl yaşamanın yalnızca bir görüş meselesi olduğunu gerçekten düşünmüyorsunuz herhalde.
“Amcam 90 yaşında ve günde sekiz mil yürüyor.”
Şanslı amca. Umarım o yaşlı zorba Arthur Ritis ya da onun kötü karısı Sciatica ile asla karşılaşmaz.
(“Arthritis” romatizma kelimesinin İngilizce okunuşuna yakın bir isimle yaşlılıkla ilgili mizahi bir karakter yaratılmış. “Sciatica” siyatik anlamında, belden bacağa vuran ağrıyı çağrıştıran tıbbi terim.)
“Büyükannem tek başına yaşıyor ve 99 yaşında hâlâ arabasını kullanıyor!”
Büyükanne iyi genlere sahip. Harika bir örnek ama çoğu insanın taklit edebileceği türden değil.
Yaşlılık bir ruh hâli değil, varoluşsal bir durumdur.
Belden aşağısı felçli birine:
“Ah, sen sakat değilsin! Sadece sandığın kadar felçlisin! Kuzenim bir keresinde sırtını kırdı ama hemen atlattı ve şimdi maraton için antrenman yapıyor!” der miydiniz?
İnkar yoluyla cesaretlendirme, ne kadar iyi niyetli olursa olsun ters teper. Korku nadiren akıllıca olur ve asla nazik değildir. Zaten kimi neşelendiriyorsunuz? Gerçekten yaşlı mı o adam?
Bana yaşlılığımın olmadığını söylemek, bana var olmadığımı söylemek demektir. Yaşımı silerseniz, hayatımı da silersiniz—beni.
Elbette, birçok genç insanın kaçınılmaz olarak yaptığı şey budur. Yaşlılarla yaşamamış çocuklar, onların ne olduğunu bilmezler. Bu yüzden yaşlı erkekler, kadınların 20–30 yıl önce öğrendiği görünmezliği öğrenmek zorunda kalır. Sokaktaki çocuklar sizi görmez. Sizi görmek zorunda kalırlarsa, genellikle farklı türden hayvanların birbirlerine karşı hissettikleri kayıtsızlık, güvensizlik veya düşmanlıkla bakarlar.
Hayvanların, bu anlamsız korku ve düşmanlıktan kaçınmak veya onu etkisiz hâle getirmek için içgüdüsel görgü kuralları vardır. Köpekler törensel olarak birbirlerinin anüsünü koklar, kediler sınırlarını korumak için törensel olarak miyavlar. İnsan toplumları ise daha karmaşık araçlar sunar. Bunlardan en etkililerinden biri saygıdır. Yabancıyı sevmeyebilirsiniz, ama ona karşı özenli ve saygılı davranırsanız, karşılık olarak siz de aynı davranışı alırsınız. Böylece saldırganlık ve savunma için zaman ve enerji kaybetmezsiniz.
Bizimkinden daha az değişime açık toplumlarda, kültürün faydalı bilgileri, davranış kuralları dahil, büyük ölçüde yaşlılar tarafından gençlere aktarılır. Bu kurallardan biri, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, yaşlılara saygı geleneğidir.
Ancak giderek istikrarsız, teknoloji ve gelecek odaklı toplumumuzda, genellikle yolu gösterenler ve büyüklerine ne yapacaklarını öğretenler gençlerdir. Peki kim kime ve neden saygı duyuyor? Yaşlılar aptallara boyun eğerse lanetlenir; tersi de geçerlidir.
Arkasında toplumsal baskı olmadığında, saygılı davranış bir bireysel karar haline gelir. Amerikalılar, Yahudi-Hristiyan ahlak kurallarına bağlılık gösterirler; fakat ahlaki davranışı, kuralların ve yasaların üstünde, kişisel bir tercih olarak görmeye meyillidirler.
Kişisel karar ile kişisel görüş karıştırıldığında sorun çıkar. Bir karar, adını hak edecek şekilde; gözleme, olgusal bilgiye ve entelektüel ile etik yargıya dayanmalıdır. Basın, politikacılar ve kamuoyunun gözdesi olan görüşler ise herhangi bir bilgiye dayanmayabilir. En kötü ihtimalle, yargı veya ahlaki gelenek tarafından denetlenmeyen bu görüşler, cehalet, kıskançlık ve korkudan başka bir şey yansıtmayabilir.
Dolayısıyla eğer “Ben karar veriyorum” dersek—örneğin, görüşümüz uzun yaşamanın sadece çirkin, zayıf, işe yaramaz ve engel olmak anlamına geldiği yönündeyse—yaşlılara saygımızı yitirmemiz, tıpkı tüm gençlerin korkutucu, küstah, güvenilmez ve eğitilemez olduğuna inanıyorsak onlara saygı göstermememiz gibi olur.
Saygı çoğu zaman aşırıya kaçmış ve yanlış uygulanmıştır: fakirler zengine, tüm kadınlar tüm erkeklere saygı göstermelidir gibi. Fakat ölçülü ve sağduyulu şekilde uygulandığında, başkalarına karşı saygılı davranmak, saldırganlığı bastırır, özdenetim gerektirir ve anlayışa alan açar. Takdir ve sevgi gelişebilir.
Görüşler çoğu zaman kendisinden başka hiçbir şeye yer bırakmaz. Toplumları çocuklara saygıyı öğretmeyenler, kendi çocuklarını anlamayı, değer vermeyi ve sevmeyi öğrenirse şanslı sayılır. Yaşlılığa saygıyı öğrenmeyen çocuklar ise, yaşlılıktan korkar ve yaşlılara karşı anlayış ve sevgiyi ancak tesadüfen keşfedebilirler.
Yaşa saygı geleneğinin kendi içinde bir gerekçesi vardır. Günlük hayatla başa çıkmak, her zaman kolay olan şeyleri yapmak bile yaşlılıkta zorlaşır; hatta bazıları gerçek cesaret gerektirir. Yaşlılık genellikle acı ve tehlike içerir ve kaçınılmaz olarak ölümle sonuçlanır. Bunu kabul etmek cesaret ister. Cesaret saygıyı hak eder.
Saygı budur. Şimdi, azalan şeye geri dönelim.
Çocukluk, sürekli kazanmaya devam ettiğiniz zamandır; yaşlılık ise sürekli kaybetmeye devam ettiğiniz zamandır. Halkla ilişkiler uzmanlarının “Altın Yıllar” diye övdüğü zamanlar, gün batımındaki ışığın rengidir—altındır, gerçekten.
Elbette yaşlanmanın tek özelliği azalma değildir. Rekabetten uzak ama konforlu bir yaşam, anda kalmayı ve gerçek huzuru sağlayabilir.
Hafıza sağlam kaldığında ve zihinsel canlılık korunduğunda, yaşlı bir zekâ olağanüstü bir anlayış ve derinliğe sahip olabilir. Daha fazla zaman, bilgi biriktirmek, karşılaştırmak ve yargılamak için kullanılır. İster entelektüel, ister pratik, ister duygusal bilgi olsun—dağ ekosistemleri, Buda doğası veya korkmuş bir çocuğu sakinleştirme bilgisi—böylesi bilgiye sahip bir yaşlıyla karşılaştığınızda, fasulye filizi kadar basit bir algı bile size, nadir ve tekrarlanamaz bir varlığın huzurunda olduğunuzu hissettirir.
Yıllarca üzerinde çalışılan bir zanaat veya sanat, beceri ve ustalığı yaşlılıkta korur. Pratik, mükemmelleştirir; nasıl yapılacağını bilirler, her şeyi bilirler ve yaptıkları işten güzellik zahmetsizce akar.
Ancak uzun yaşamın getirdiği tüm bu varoluşsal zenginlikler, güç ve dayanıklılıktaki azalmayla tehdit altındadır. Uyum sağlama mekanizmaları ne kadar iyi olursa olsun, vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen küçük veya büyük hasarlar, aktiviteleri kısıtlamaya başlar; hafıza ise aşırı yüklenme ve bozulmayla başa çıkmaya çalışır. Böylece yaşlılıkta varoluş, bu kayıp ve kısıtlamalar nedeniyle giderek azalır. Öyle olmadığını söylemenin anlamı yoktur, çünkü durum böyledir.
Bundan korkmanın veya abartmanın da bir faydası yoktur; kimse bunu değiştiremez.
Evet, biliyorum, şu anda Amerika’da daha uzun yaşıyoruz. Doksan, artık yetmiş gibi kabul ediliyor. Genellikle iyi bir şey olarak görülür.
Ne kadar iyi? Hangi açılardan?
The Oven Bird şiirinin sorusunu uzun ve ciddi bir şekilde düşünmenizi öneririm. Bunun birçok cevabı vardır. Azalan bir şeyden çok şey elde edilebilir, yeter ki çaba gösterilsin. Birçok insan—hem genç hem yaşlı—bunu yapıyor.
Henüz gerçekten yaşlı olmayanlardan tek ricam şudur: The Oven Bird şiirinin sorusunu düşünün ve yaşlılığı küçümsememeye çalışın. Yaş, yaş olsun. Eski akrabanız veya dostunuz kendi hâliyle kalsın. İnkar hiçbir şeye, kimseye ve hiçbir amaca hizmet etmez.
Lütfen anlayın, ben kendim adına, kendi huysuz yaşlılığım adına konuşuyorum. ‘Çevik’ ve ‘enerjik’ olduklarını duymaktan hoşlanan öfkeli seksenlikler ordusu tarafından bunun için azarlanabilirim. Bu masala inanmak isteyenlere kızmıyorum — ve eğer düşündüğümden daha uzun yaşarsam, belki ben de bunu duymak isteyeceğim: Sen yaşlı değilsin! Kimse yaşlı değil. Hepimiz sonsuza kadar mutlu yaşıyoruz.
Ursula K. Le Guin