YAŞLANARAK İHTİYAR OLMAMAK; YARATARAK BAHTİYAR OLMAK
Prof. Talat HALMAN
Bu yazının telif hakları Sn.Talat Halman’ın varislerine aittir.*
Yumuşak başlı gitme o tatlı geceye sen:
Ateş püskürmelidir yaşlılık gün sonuna;
Işığın ölmesine gazap duy, köpür, öfkeyle diren,
Dylan Thomas’ın ihtiyarlığa ve ölüme meydan okuması, lanet okuması.
Do not go gentle into that good night,
Old age should burn and rave at close of day;
Rage, rage against the dying of the light.
Her yaştan Rotaryenler, Sayın İhtiyarlar, Sevgili Gençler, Yaşlılar, Dinçler, Herdemtazeler, Toylar, Olgunlar,
Buraya yaşlı geldim, yaşlı gideceğim. Yaşımın insanı olarak, yaşımın vekarıyla. Her yaşın kendi haysiyeti vardır. Kendi zevki, kendi keyfi. La Rochefoucauld demişti ki: “Yaşlanmasını bilen pek az insan vardır”.
Ben ihtiyarlamayarak yaşlanmayı iyi bilmek, başarmak istiyorum.
Yaşayarak, yaratarak, üreterek, aşk duyarak, coşarak. Bundan ötürü konuşmamın başlığını “ Yaşlanarak İhtiyar Olmamak / Yaratarak Bahtiyar Olmak “ koydum.
Bir Latince özdeyiş var: “Morte Magis Metuenda Benectus.” Ne kadar yanlış. “İhtiyarlık ölümden daha korkutucudur.” Niçin korkutucu olsun ihtiyarlık? Yirminci yüzyılın büyük şairlerinden İrlanda’lı William Butler Yeats, “Bizans’a Yolculuk” başlıklı ünlü şiirinde diyor ki:
İçi geçmiş bir şeydir yaşlı adam, o kadar;
Hırpani bir hırkadır bir sırığın üstünde,
Meğer ki, ruh el çırpsın ve söylesin şarkılar.
An aged man is but a paltry thing,
A tattered coat upon a stick, unless
Soul clap its hands and sing.
Yeter ki ruh el çırpsın, yeter ki şarkılar sürüp gitsin. İşte, bunun için, ben yaşlanacağım ama, ihtiyarın biri olmayacağım.
İçi geçmiş bir şeyler olmayacağız. And olsun. İngiltere’nin büyük yazarı Samuel Johnson ne kadar doğru teşhis etmişti: “Birçok kimselerde yaşlı bir adamın çürümüş olduğunu varsaymak gibi kötü bir eğilim vardır.” Bu eğilim, bence, her çağda her toplumun köklü bir yanılgısı, yaman bir adaletsizliği olagelmiştir. İkibin yıldan uzun bir süre önce, ne demişti Latin Ozanı Virgil: “Yaşlılık, her şeyi çalıp götürür – aklı bile.”
Hayır, inanmayın. İhtiyarlığın kendi iktidarı vardır ve görkemlidir. Ben, Jonathan Swift’in bir gözlemine katılıyorum: “Hiçbir akıllı adam, asla daha genç olmayı istememiştir.” Ben ihtiyar olmayı kabul etmiyorum.
Ulu yaşlılar yarattı dünyanın pek çok yüce şaheserini …
Picasso, 90’ında nefis eserler veriyordu …
Goethe “ Dr. Faustus’u 80’inden sonra kaleme aldı …
Verdi, “Otello’yu 73 yaşında, “Falstaff” ı 80 yaşında bitirdi…
Sofokles’in “Kral Oedipus” u 80 yaşın eseridir.. .
Mikelanj, 80’li yaşlarında hala yaratıyordu …
İngiliz Düşünürü Thomas Hobbes, 90’ını geçtikten sonra bile yazdı …
Dünyanın ünlü orkestra şeflerinden ve virtüezlerinden pek çoğu, 80’li, 90’lı yaşlarında konserler, resitaller verdi, veriyor. Prof. Jacques Barzun, bugün 96 yaşında, dört yıl önce, 92 yaşında, muhteşem bir Avrupa entelektüel tarihi yazdı.
Büyük kafalar, büyük ruhlar, ihtiyarlamayı bilmez, çünkü yaratarak yaşarlar. Kendi dirliklerini yaratırlar.
İhtiyarlık, bir yeni varlıktır. Bir son değil, bir yeni doğuş, yeni yaşam. Yaşlanmak yozlaşma değildir, yeni yönelmelerle güçlenmesini bilir.
Genç kalmak, herkesin harcıdır. Basit usulleri de vardır bunun. ABD’li ünlü komedyen, isabetli 10 tavsiyede bulunuyor:
- Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy. Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.
- Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun, suratsızlar sizi aşağı çeker.
- Öğrenmeyi sürdürün. Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik ne olursa. Beyniniz atıl kalmasın. “Atıl kafa, iblisin tezgahıdır.” İblisin adı da, Alzheimer’dır.
- Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
- Sık sık, uzun uzun, var gücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.
- Gözyaşları olacaktır. Katlanın. Yas tutun … Başka yaşantılara geçin.
- Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi … Aile, kedi, köpek, kuş, balık, yadigarlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa. Eviniz sığınağınızdır.
- Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üzerine titreyin. Bozuksa düzeltin. Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.
- Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, komşu illerde, dış ülkelerde dolaşın. Ama sakın suçluluk duygusuna yönelmeyin.
- Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin her fırsatta.
Ve hiç unutmayın ki … Yaşam aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.
Hücrelerimiz, bizi karanlık bir hücreye kapatmamalı. İrademizi kullanarak, aydınlıkta kalmayı başarabiliriz, başarmalıyız. Goethe ne kadar doğru söylemiş: “Yaşlanmak, yeni bir yaşama girmek demektir.” Bu cümlenin ardından söylediklerine pek katılmıyorum: “Bütün koşullar değişmiştir,” diyor. Belki ama, birçok koşullar aynı kalmıştır, bir çoğu da daha iyi, daha elverişli, daha güçlü olmuştur. Sonra diyor ki: “Yaşlılıkta ya büsbütün yaşamdan vazgeçmek gerekir…” Asla diyorum ben, vazgeçmek yok; vazgeçmek hatadır, günahtır, affedilemez. Ve sonra, “Ya da,” diyor Goethe, “Yeni koşullara uymak ve yaşamın rolünü isteyerek, bilinçle benimsemek gerekir.” Goethe, yaşlanırsanız ihtiyarlığa, düşkünlüğe teslim olun demeye getiriyor. Hayır, Johann Wolfgang, yaşlılık başa gelen bir felaket değildir. Baş eğilmemeli.
Yaşlılığa her zaman, her yerde dil uzatılıyor. Bunun çağımızda en büyük suçlusu Amerika’dır. Hollywood ve Madison Avenue, ABD filmcileri, reklamcıları, iletişimcileri, “Gençlik İmgesi” ni kutsallaştırdılar adeta. Bu yapılırken bir yandan da yaşlılık yerin dibine batırıldı. Nasıl ki bizim en berbat özdeyişlerimizden biri “Yaş yetmiş iş bitmiş” tir. Oysa, yetmişe varanlar, çoğu zaman şunu keşfederler ki: “Yaş yetmiş … Yeni bir kudretmiş.”
Ama, Amerika’nın gençlik manisi ve ihtiyarlık fobisi, zararlarını sürdürüyor. Geçen yıl Amerika’da televizyonda ünlü film rejisörü Sidney Pollack ile konuşuyorlardı. 1990’da çevirdiği bir filmin niçin fiyasko olduğunu sordular. “Havana’nın baş aktörü bir zamanların yakışıklı oyuncusu Robert Redford’du. Sidney Pollack dedi ki: “Fiyaskonun nedeni mi … Sinamaseverler, Robert Redford’un yüzündeki buruşuklukları ve ihtiyarlamasını affetmediler.”
Yaşlıları bağışlamayanlar yeryüzünde çoğunlukta. Oysa yüzlerin en güzellerinden, en nurluların, aksaçlılarda, çizgili çehrelerdedir.
En sağlam iradeleri, bazen yaşı ilerlemişlerde görüyoruz. Ben, Öğretim Üyeliğine 50 yıldan uzun bir süre önce, 1953 Eylülünde başladım. New York’taki Colombia Üniversitesi’nde ilk sınıfımda 6 öğrenci vardı. Beşi yirmi yaşlarına, biri 55 yaşındaydı. Fannie Davis isimli bir hanım. 30 yıl bir yayınevinde editör olarak çalıştıktan sonra emekli olmuştu. Ama, yeni bir yaşama yönelmişti: Osmanlı tarihi doktorası yapmak. Pek sağlıklı değildi, kulakları arızalıydı. Kocası çok sorunlu bir insandı. 55 yaşındaki Fannie Davis, zorlukla öğrendi Türkçe’yi ve Osmanlıca’yı. Topkapı Sarayı hakkında yazdığı tezle 63 yaşında doktorasını aldı. 65 yaşında tezini kitaplaştırarak yayınladı. O zamana kadar Topkapı Sarayı hakkında herhangi bir dilde çıkmış en iyi kitaptı. Fannie Davis, seksen yaşında, Modern Türkiye hakkında bir kitap çıkardı. 82 yaşında öldü. Hürmetle, minnetle anıyorum o yaşlı ve genç öğrencimi.
Ve şimdi, yirmibeş, otuzbeş yaşında “Bizim için çok geç” diyen gençleri utandırmak için Fannie Davis’i anlatıyorum. 99 yaşında kolej bitiren Amerikalıyı anlatıyorum. 100 yaşını kutladığı gün bile bürosunda tam gün çalışmayı sürdüren avukatı anlatıyorum.
Lichtenstein adlı bir tıp profesörü vardı. Columbia Üniversitesinden yaş haddi dolayısıyla 70 yaşında emekli olduğunda New York Üniversitesi Tıp Fakültesinde sözleşmeli olarak Öğretim Üyeliğine başladı. 100 yaşında görevinin başındaydı, büyük bir tören yaptılar. 104 yaşında çalışıyordu. Araştırma yapıyordu. Öldüğünde hala ders veriyordu.
Yaşlıların yaşam iradeleri konusunda sevdiğim sözlerden ikisini sizlere aktarayım. Ünlü Amerikalı piyanist ve besteci Eubie Blake, bir kez televizyonda söyleşi yapıyordu. 104 yaşında ölen Blake o zaman 102 yaşında idi. Sordular: “102 yaşında olmak nasıl bir duygu?” Oldukça dinç görünen Blake dedi ki: ”Bu kadar uzun yaşayacağımı bilseydim kendime daha iyi bakardım.”
Popüler Amerikalı komedyen George Burns 92 yaşında iken 5 yıl sonra Paris’in ünlü salonu Olympia’da temsiller vermek üzere sözleşme imzalamış, sormuşlar “Bu haber doğru mu? 5 yıl sonra böyle bir etkinlik yapacak mısınız ?“ George Burns gülümseyerek demiş ki: “Ben yapacağım ama bilmem Olympia o zamana kadar dayanır mı?”
Demokritos’un ünlü sözünü hatırlıyorum: “İhtiyarlıyorum ama, öğreniyorum.” Öğrenmek, genç kalmaktır. Sokrates, 71 yaşında ölüme mahkum. Baldıran otu içerek yaşamını bitirecek. Bir öğrencisi, elinde sazıyla, Sokrates’e veda ziyaretine gelmiş. Sokrates demiş ki, “Bana çalmayı öğretsene.” Öğrenci “Hocam,” demiş. “Ölmek üzeresiniz saz çalıp da n’olacak?“ Sokrates” “Zevk” demiş, “çalmakta değil, öğrenmekte.”
Birkaç büyük peygamberin ve çağdaş düşünürün öğüdüne kulak vererek çalışmalıyız: “Yarın öleceğini bilsen bile bugün bir ağaç dik.”
Ben, “Yaş Gücü” ne inanıyorum.
Ne yazık ki nice gençlerimiz ve yaşlılarımız kendilerini atalete, tembelliğe, hareketsizliğe, boşluğa mahkum etmiştir. “Üniversiteyi bitirince bütün kitaplarımı yakacağım, bir daha okumayacağım,” diyenler vardır. Hatta bir bakan, başka bir bakana şöyle övünmüştür: “Üniversiteyi bitireli 30 yıl oluyor. 30 yılda 3 kitap okudum.”
Ülkemizde 42 yaşında emekli olan kadınlar, 50 yaşında emekli olan erkekler vardır. Ömürlerinin sonraki yirmi, otuz, kırk yılını hiçbir şey yapmadan, sadece emekli maaşı alarak geçiren yüzbinlerce insanımız var. Ne korkunç bir beşeri ve iktisadi israftır bu.
PTT’yi hatırlıyor musunuz? P, Pijama. T, Terlik. T, Televizyon. Büyük ve küçük kentlerimizde PTT’yi yaşayan belki bir milyon insanımız var. Bütün gün üstlerinde pijama, ayaklarında terlik, gözlerinde televizyon. Dante’nin cehennemindeki en feci yaşamdır bu. Mutlak bir boşluk, amaçsızlık, yararsızlık … Tümden cansızlık. Heyecansızlık. Kahvehaneler, tavlayla, iskambille, boş lafla vakit öldürenlerle dolu. Vakit öldürmek, bir intihardır, bir cinayettir.
Türkiyemizin emeklilik ve yaşlılık alanında muazzam bir hamle yapması gerekir bence. 70 milyona yaklaşan nüfusumuzun neredeyse 4 milyonu 65 yaşın üstünde. (2015 yılında 77 milyon nüfus 8 Milyon 65 yaşın üstünde) Bunlardan kaçı çalışıyor? Kaçı kendileri için, aileleri için, toplum için yararlı olacak işler yapıyor? Atıl insani kapasitemiz, tüyler ürperticidir. İşsizliğin bir ulusal afet ölçülerine vardığı günümüzde, elbette 65 yaşın üstündekilerin maaşlı, ücretli çalıştırılmaları beklenemez. Ama, onların gönüllü gücünü harekete geçiremez miyiz? Nüfusu bizimkinin dört katı olan ABD’de çalışan, sivil toplum örgütlerine, hayır etkinliklerine katılanların oranı bizimkinin dörtbin katıdır. Türkiye’de de, aktif yaşamak isteyen, maddi karşılık beklemeden gönüllü çalışmalar yapmaya talip olan yüzbinlerce emekli ve yaşlı var. Ama, onlara böyle bir olanak sağlanmıyor. Kolombiya – Birleşmiş Milletlerin desteğiyle – emekli öğretmenleri eğitim sistemine, özellikle ilköğretime, yeniden kazandırdı. Aylak ve umutsuz oturan binlerce Kolombiyalı öğretmen, çocuklara, yaşama, mutluluğa yeniden kavuştu. Çocuklar, böyle deneyimli ve sevimli öğretmenlere kavuştukları için memnun.
Biz, emeklilerine ve yaşlılarına özen gösteren bir ulusuz. Atatürk’ün sözünü dinlemişiz: “Bir milletin yaşlılara ve mütekaitlere gösterdiği ihtimam, o milletin muasırlığının en mühim kıstasıdır. Yaşlı ve emeklilerine ihtimam göstermeyen milletler, istikbale emniyetle bakamazlar.”
Türk toplumu, yaşlılarına özen göstermek bakımından, gerçekten, iyi bir örnektir dünya için. Biz, büyüklerimizi, yaşlılarımızı aile dışına itmeyiz. Bağrımıza basarız sevgiyle, saygıyla. Eskimolar, ölüme yakın olan büyüklerini gözün alabildiğine uzanan boşluklara, karla kaplı alanlara, kurtlar sofrasına bırakırlar. Ölümün kucağına atarlar. Bizde olmaz bu. Şimdi, Batı Avrupa’nın, Amerika’nın gaddarlığını simgeleyen huzur evleri, ne yazık ki bizde de aldı yürüdü. Elbette huzur evlerini kimsesiz ihtiyarlar için çok yararlı ama modern aileler, batı özentisiyle, yaşlı büyüklerini evden, aileden, torunların sevgisinden ve sıcaklığından uzaklaştırmaya başladılar.
Bizim “Büyük Aile” bütünlüğümüz, dayanışmamız, övünülecek bir üstünlüğümüzdü. Şimdi, maşallah, batılılaşıyoruz, katılaşıyoruz. Ne mutlu batılıyım diyene. Nükleer ulusların nükleer aileleri gibi olmaya çalışıyoruz.
Emeklilerin, yaşlıların seferberliği, gönüllü gücü, bir büyük nimet olabilir Türkiye için.
Yaş ve Yaşlılık sorunumuzu çözemedik henüz. Bir akrostiş olarak düşünü “Yaş” kelimesini. Tüm olumsuz çağrışımlarıyla şöyle düşünülüyor. “YAŞ”:
“Y” harfiyle başlayan terimler : Yavaşlık, Yozlaşma, Yalnızlık,
Yönsüzlük, Yorgun, Yılgın, Yenilgin
“A” harfiyle başlayan terimler : Acizlik, Acı, Aylaklık, Atalet,
Abuksabukluk, Ateh
“Ş” harfiyle başlayan Şaşkınlık.
Ama, ben bu akrostişin tümüyle olumlu kavramlara dönüştürülebileceğine inanıyorum.
“Y” harfiyle başlayan Yaşam zevki, Yaratıcılık
“A” harfiyle başlayan Açık kalplilik, Azim, Akılcılık, Alicenaplık
“Ş” harfiyle başlayan Şevk ve Şuur.
Ben yaşlıyım, kronolojik sayım, 72. Temmuzda 73 olacağım. Ama gencim. Hep genç kalacağım. Çünki ruhum özgür. Tam ikiyüzyıl önce Jean Paul Rıchter adlı İsviçreli düşünürün söylediği, ne kadar doğru. Ben o doğruluğun kanıtıyım; “Yalnızca özgür bir ruh, hiç ihtiyarlamaz.”
Ömür boyu, ruhum, gönlüm, beynim özgürdü, sevgim gürdü. Arzularım, yaşam açlığım güçlüydü. Yaşlılık üzerinde çalışan öncü bilginlerden Ukraynalı Alexandre Bogomoletz diyordu ki: “Arzular, yaratıcılığı, aşkı ve uzun yaşamayı kamçılar … Ölümü hiçe saymak da, yaşamı uzatmanın en etkili yöntemlerindendir. Erken ölmeyi engellemenin en iyi yolu, yaşam görevlerine dört elle sarılmak ve ölümü hiçe saymaktır.”
Türkiyemizde de, tüm dünyada da insanlar erken ölüyor, birçoğu yaşamadan ölüyor. Ölmeden önce ölüyor. Yahya Kemal Beyatlı’nın mısraı ne doğru: “Müşkil odur ki ölmeden evvel ölür kişi.”
Değerli dinç yaşlılar, sevgili gençler ölmeden önce ölmeden yaşamak, bir yaratıcı kudret gerektirir. En güç ve en güçlü sanat, yaratıcı yaşlılıktır. İhtiyarlığı bir şaheser olarak düşünmek ve sürdürmek zorundayız.
Bize “Geriatri” reva görülmesin. İdeallerimizle iyimserliğimizle bizim konumumuz “ileriatri” olmalıdır. Biz yaşlılar, biz ihtiyar olmayan gençler, geride kalmıyoruz. İleriye yöneliyoruz, ilericiyiz.
Unutmayalım, yaşlı anlamına “İhtiyar”, ile “İrade”, “Tercih”, “İsteyerek yapmak” anlamına “İhtiyar” aynı kelimedir. Demek ki “İhtiyarlamamak, İhtiyarımızdadır” Gönlümüz gençse, aklımız dinçse ihtiyar değiliz. Yeter ki genç kalmayı, dinç yaşamayı seçelim. Yeter ki ihtiyarımız bu olsun.
Ünlü Fransız düşünür Simone De Beauvoir diyor ki: “Yaşlılık, önceki yaşamın saçma sapan bir paradisi olmayacaksa tek bir çözümü vardır bunun: Varlığımıza anlam veren amaçlara yönelerek … Bireylere ve topluluklara ya da yararlı toplumsal ve siyasal davalara, entelektüel ya da yaratıcı amaçlara bağlı kalmak.”
Dilimizde, ne yazık ki, “Yaşlı” ile “İhtiyar” eşanlamlı oluverdi. Oysa Arapça’dan dilimize girmiş olan “İhtiyar”, genellikle, köşede oturmaya aday gibi anlamlar verir ama … ”Yaşlı”, aslında, sadece yaşadığı yılların sayısı ilerlemiş insandır.
Hepimiz, nice ihtiyarlar tanımışızdır. Sıfırı tüketmiş gibidirler – bakarsınız, yaşları 35’tir, 40’tır, 50’dir. Yaşlılar biliriz, 65,75, 90 yaşında. Değme gençleri ceplerinden çıkartırlar. Taş çıkartırlar onlara. Ne var ki yüreksiz toplumlar yaşlılara “çökmüş” diye damga vurur, ıskartaya çıkarır çoğunu. Yaşlıyı yatalak saymak, yaygın bir illettir. Nice zinde yaşlılarımızı atalete, amaçsızlığa, umutsuzluğa mahkum ediyoruz.
Ülkemiz, erken emekliliğin sendromunu yaşadı, yaşıyor. Devletin belini büken bu uygulama, bugun 40 yaşını aşkın nesillerin belini kırdı, kırmaya devam ediyor. İyi yetişmiş birkaç milyon insanımız, akıl ve beden gücü bakımından mükemmel durumda oldukları halde , 20 yıl, 30 yıl, 40 yıl pineklemek zorundadır. Diyelim ki bunların bir kesimi ciddi hastalıklar yüzünden böyle … Ama çoğu, emin olun, fırsat bulsa, çalışır, kazanır, gönüllü olarak topluma bir şeyler kazandırmaya yönelir.
Başka nice toplumlar gibi bizim toplum da, bedeni, kafası, kalbi erken ihtiyarlamış gençlerden çok çekti. Ama, ne mutlu bize ki, “Genç kalmış yaşlılar” dan oluşan bir kitlemiz var.
Büyük küçük kentlerde yan gelmiş oturan “erken emekliler” den hayır yok bence … Gününü TV’nin budalaca yayınlarıyla geçiren, saatlerce kağıt oynayan, lök gibi oturup duran tembellerden, boş gezenin boş kalfalarından umut yok.
Ama, toplumda yeni görevler almaya can atan çalışkan nice olgun ve yaşlı vatandaşımız var. Onların gönüllü ya da sözleşmeli, ücretli olarak yaygın ve değerli hizmetler yapmasını bekleyebiliriz.
70’li, 80’li, 90’lı, 100’lü yıllarımızda, biz etkin, genç ve dinç kalabiliriz. Ruh gerektirir bu. Heyecan ve coşku, yaşama inanç ve dünyaya iman gerektirir. İhtiyarlık sözünü, yaşlılık terimini reddediyoruz. “İleri Yaş” en doğru terim. Ve benim, sevgili dostlar, bir önerim var sizlere: “İleri Yaş için Halman’ın 12 Andı.” Bu antları içersek, uzun ve umutlu, yararlı ve mutlu yaşayabiliriz. And içelim mi?
İleri Yaş için Halman’ın 12 Andı:
- Yaşama dört elle, bin yürekle sarılacağım.
- Aklımı ve aşkımı taptaze tutacağım.
- Düne inanacağım, bugünü seveceğim, yarına güveneceğim.
- Aynalara küsmeyeceğim.
- Varlığımı yararlılığa, yaratıcılığa adayacağım.
- Hastalığa direneceğim, yorgunluğa teslim olmayacağım.
- Topluma, insanlığa, doğaya hizmeti sürdüreceğim.
- Atıldan ve batıldan uzak duracağım.
- Zevki ve şevki baş tacı edeceğim.
- Zamanı etkenlikle, üretkenlikle değerlendireceğim.
- Karanlığa ve karamsarlığa yenik düşmeyeceğim: Keyif ve kahkahadan vazgeçmeyeceğim.
- Son ana kadar sevgiyle, inançla, haysiyetle, iyimserlikle, umutla genç ve dinç yaşayacağım.
*Sayın Defne Halman’ın izniyle paylaşılmıştır.